MATEMATİK VE YAŞAM
MATEMATİK VE YAŞAMHardy'nin "Bir Matematikçinin Savunması" adlı kitabı şöyle başlıyor: "Profesyonel bir matematikçinin matematik hakkında yazı yazmakta olduğunu algılaması hüzün verici bir olgudur. Matematikçinin işlevi, bir şeyle ortaya koymak, yeni teoremler ispatlamak, matematik bilimine katkıda bulunmaktır; kendisinin ya da diğer matematikçilerin neler yapmış olduğunu anlatmak değil."
Pek çok matematikçi gibi Hardy de kitabına, çalışmadığı için özür dilermiş gibi başlıyor. Sanki rakamlar ve matematik simgeleri yerine sözcükler kullanmak, bir matematikçi için küçültücü, alçaltıcı bir durummuş gibi kendisini savunma gereği duyuyor.
Günümüzde insanların matematiğe bakış açısı da bunun gibi aslında. Matematikçinin kendi çapında "matematik yapmasını" ve hayata bulaşmamasını istiyor insanlar. Yani insanlarda matematik bilmemenin bir eksiklik olduğu havası yok; daha ziyade, bilmediklerini daha kolay kabul edebildikleri bir dal. Ancak bu öyle bir boşluk ve öyle bir önyargı ki, hayatımızın içinden aritmetik dışında tüm matematiği atmamızı öğütler hale getiriyor toplumu. Gündelik sorunların, bilimsellikle ve metodluca çözülmesi yerine, anlık üstünü örtmelerle geçiştirilmesi adetinden tutun da toplumsal bazda gerçekleşen tüm olaylara karşı sinik yaklaşımımız ve kolay inanışımıza kadar pek çok durumda bizi eksik bırakıyor matematiksel düşünme bilmeyişimiz; sorgulamanın nasıl bir şey olduğunu, kanıtlamanın neden gerketiğini idrak edemememiz.
Şimdi durup düşünmek gerek, matematiği anlatmayan matematikçiler mi yoksa matematiği öğrenmek isteyen bizler mi daha çok hak ediyoruz bu toplumsal yıkılmışlığı ve boşvermişliği. Zaten başka zamanlarda olduğu gibi kendimizden geçerek sarssak kendimizi, belki de düzelecek ve güzelleşeceğiz; ama şimdi yapma çiçeklerden kurulu bir düzende yitiriyoruz varoluş çizgimizin estetik yanını.
Toplam bir duyarlılık için, doğanın, etik ve dini çzöümü kadar bilimsel ve matematiksel çözümüne de gereksinim duyar insan. Kendi başımıza ne yapmamız gerektiğini bilemediğimiz anlarda bile nelerin yapılabilceğini gözlerimizin önüne seren çoklukla bilimdir. Yani, teknolojik uyarlanma sürecinde, hayatın içinden neler geçtiğini anlayabilmek için de bile belli bir disiplinle düşünmeye ve değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Bu kadar kesin çizgilerle hayatı ayıramazsınız. Ancak bilim ve bilimin temelindeki matematik düşüncenin hangi zeminde var olabileceğini, hangisinde olmayacağı bilinen en kesin sınıflandırmayla ayrılabilir. İşte bu tezatlıkta bize, çıkarım yapabileceğimiz ve bunu doğruluk derecsini kontrol edebileceğimiz bir zemin hazırlar.
Günlük olaylarda bile, önerme doğruluk metotlarıyla rahatlıkla kişisel sınamalar yapabiliriz. Kendi bilgi birkimimizi ve algı çeşitliliğimizi artırarak, merakımızın da yardımıyla sistemli düşünen ve doğruluk oranı yüksek karalar veren, gerekçeli tercihler yapabilen bireyler olabiliriz.
Teknolojinin, hayatımızın her alanına girdiği 21. yüzyılda, teknolojinin temelindeki felsefenin de matematiksel doğruluklar, derinlikler ve çıkarımlar üzerinde biçimlendiğini bir kez daha anımsatmak isterim. Duru böyleyken, kendimizi bu gerçekten kaçırmanın ve matematiğe karşı bu derece önyargılı, bu derece soğuk olmanın yanlış olması gerekmiyor mu?
Ben yaşamım boyunca şuna inandın hep: Ne türden olursa olsun bilgi, her insanın ulaşmak istediği, her an varabileceği bir şey olmalıdır. İnsan elini attığında, gerekli tüm bilgiyi çekip çıkarabilmeli o toplam bilgi havuzundan. Yani, ne yapması gerektiğini bilmediği anda bile, ne yapması gerektiğine karar verebileceğini bilmeli; o karar için gerekli bilgiye ulaşabilmeli. Bunun için de, bir temel, kişisel bilgi birikimi gerekli şüphesiz. İşte bu noktada ortaya çıkan şey, matematiksel temel öğretilerin ne derece işe yarar olduğudur. Kitlesle cehaletler, kitlesel aydınlanma ile değil, kişisel aydınlanmayla çözülür. Toplum bütüncü davransa da; değişim küçük parçalı değişimlerin tespit edilebilen bir toplamıdır.
Bunları söyledikten sonra, eklemek istediğim tek bir şey var; Nietcche'nin çok sevdiğim bir deyişi: Yele karşı tükürmekten sakının!